waytosay 5 yaşında!
3 Kasım 2016Uzaktan çalışmada motivasyon ve verimlilik nasıl sağlanır?
18 Ağustos 2020[vc_row][vc_column width=”1/1″][vc_empty_space empty_h=”0″][vc_column_text]Son yıllarda çalışan iletişiminde mutluluğu, verimliliği ve performansı bir arada yönetmek için ter döken kurumların ajandasına şimdi de Sanayi 4.0 eklendi. Hem de ismine yakışır bir ağırlıkla… Çalışan ve yönetim arasında kritik bir rolde olan İK’cılar için ise zor günler başladı. Bir yandan robotları işe alacak, bir yandan kalan insanları mutlu edecekler. Peki nasıl?
Son zamanlarda nereye baksak bir mutluluk teranesidir gidiyor. İşyerleri fonksiyonel özelliklerini bir yana bırakmış, sanki insanları mutlu etme misyonuyla kurulmuş mutluluk fabrikaları! Hem müşterisine, hem çalışanına mutluluk vaadleri dağıtıyor.
Diğer yandan meslekleri, insanları, ofisleri, fabrikaları, kısaca tüm çalışma hayatını değiştirecek bir devrimin ayak sesleri giderek yaklaşıyor. Biz daha mutluluğun formülünü bulamadan içimizi bir korku kapladı. Neler olacak? Ne zaman olacak?
Yönetimlerin maliyet ve inovasyon odaklı talepleri, çalışanların mutlu ve değerli hissetme ihtiyaçlarıyla çarpışıyor. Bu büyük meydan muharebesi ise İnsan Kaynakları katında yaşanıyor.
İK yöneticileri çaresizce daha yaratıcı, daha farklı proje ve uygulamaların peşine düşüyorlar ama nafile… Çalışan memnuniyet anketi sonuçları yine hayal kırıklığı oluyor. Rakamsal hedeflerine kilitlenen yönetim “Parayı boşa harcamayın.” diye kestirip atıyor. “Ne yapsak mutlu olmuyorlar.” hissi sonunda başarısızlığın peşinen kabulüne dönüşüyor.
Oysa ki formül çok uzakta değil, bilakis içimizde, insanın kendisinde…
Bir düşünelim… Kurumlar son trendleri yakalamaya çalışırken, Y kuşağı ne ister, Z kuşağı ne bekler, Sanayi 4.0 hayatımızda neyi değiştirir diye düşünürken, insana dair hiç değişmeyen bazı şeyleri atlıyor olabilirler mi? Hep birlikte, değişimin peşinde, değişmeyeni ıskalamış olabilir miyiz?
Gelin, devrim günlerinde mutluluğu korumamız için bize yol gösterecek, insana dair değişmeyen gerçeklere, İnsan 101 klasörüne bir göz atalım…
Kendini Tanımak
Mutlu bir kurum olma yolculuğunu mutlu bir insan olma yolculuğundan çok da farklı görmüyorum. Her ikisi de aynı soru ile başlıyor: “Ben Kimim?”
Çoğu kurum kendini içi boş misyon, vizyon cümleleriyle, rakamsal hedeflerle tanımlıyor. Bu, bir insana tercüme edildiğinde, kişinin kendisini fiziksel özellikleriyle, eviyle, arabasıyla, yaşıyla, hatta ayakkabı numarasıyla tanımlamasına benziyor.
Peki biz neden varız? Hangi duygusal ihtiyacı karşılıyoruz? Bu işi neden yapıyoruz? Hangi değerlerle yaşıyoruz? Şu ölümlü dünyada nasıl bir iz bırakmaya çalışıyoruz?
Bir kurum olarak bu sorulara gerçek ve derin cevaplar vermek kolay değil ancak o cevaplar verildiğinde tam anlamıyla size yol göstere bir pusulaya dönüşüyorlar. Değil Sanayi 4.0, 10.0 da gelse, elinizde “Biz bunun için varız” dediğiniz güçlü bir öz varsa, yolunuzu kaybetmiyorsunuz. Pergelin ucunu o noktaya koyarsanız çemberi ne kadar büyüteceğiniz artık sizin elinizde. O özden çıkan hikaye ile hem müşterinizi hem çalışanınızı bağlı ve mutlu kılacak deneyimleri, bugün ve gelecekte, tasarlamak mümkün.
İnsanın Anlam Arayışı
Dünyaca tanınan Amerikalı mimar Louis Kahn diyor ki: “Sıradan bir tuğla bile bir şey olmak ister.”
Meşhur hikayeyi belki bilirsiniz:
Bir adam bir duvar örmekte olan 3 ustayı uzaktan izlemiş. Ustalardan birincisi mutsuz, bıkkın bir ifadeyle ağır ağır çalışmaktaymış. Adam bu ustaya yaklaşıp sormuş:
“Kolay gelsin, ne yapıyorsun?”
“Görmüyor musun? Taş diziyorum işte!” demiş usta.
Adam daha yüksek bir tempoyla, ter içinde çalışan diğer ustaya yönelmiş.
“Sen ne yapıyorsun?”
“Duvar örüyorum beyim.”
Adam gözünü üçüncü ustaya çevirmiş. Usta şarkılar söyleyerek, neredeyse taşları okşaya seve yapıyormuş işini. “Usta ne yapıyorsun?” demiş adam. “Bir tapınak inşa ediyorum.” diye cevap vermiş son usta, gururla gülümseyerek.
Günümüz koşturmacasında bazen anlamı verimliliğe kurban ediyoruz. Taşları daha hızlı, daha düzgün dizeceğiz derken, başımızı kaldırıp da bir ucunda çalıştığımız muhteşem tapınağı göremiyoruz. Hele bir de o taşları robotlar diziyorsa, yandık…
Hiç kimse hayatını hangi amaca hizmet ettiğini bilmediği bir şeyleri yaparak harcamak istemez. Yaptığı katkı küçük de olsa hangi büyük amaca hizmet ettiğini anlamak, işe anlam katmak, işte bu bütün resmi değiştirebilir!
Duygusal Beyin Gerçeği
Bugün çok iyi biliyoruz ki kararlarımızın %95’ini duygusal beynimiz ile veriyoruz. İşin en çarpıcı kısmı ise şu: Duygusal beynimizi kontrol edemiyoruz. Biz sadece onun kararlarına rasyonel beynimizle gerekçeler üretiyoruz.
İşverenler bu gerçeğin ne anlama geldiğini iyi düşünmeli.
Mesela çalışanların veya potansiyel adayların ne istediğini, neyi daha çok önemsediğini sorgulayan anketleri düşünelim. Bu sorulara rasyonel beyinleriyle, düşünerek verdikleri yanıtların, gerçek hayatta duygusal beyinleriyle yapacakları seçimleri yansıtmama ihtimali çok yüksek.
Bu yüzden işverenler planlarını sadece anketler üzerine kurmaktan vazgeçip derine inmeliler. Toplantı odalarından çıkarak, insanlarla derin sohbetler yaparak, gözlemleyerek, ne söylediklerini değil ne yaptıklarını dikkate alarak gerçek bir içgörü avına çıkmalı, iletişim planlarını, kullanacakları dili ve tonu, öncelik verecekleri alanları bu içgörüleri gözeterek belirlemeliler.
Ne Vaadettiğinin Farkında Mısın?
Sahi, neydi mutluluk?
Gelin TDK’nın tanımına bir bakalım:
Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu, mut (I), ongunluk, kut, saadet, bahtiyarlık, saadetlilik
Eksiksiz ve sürekli mi? Gerçekten mi?
Ben Schopenhauer’in yaklaşımını daha gerçekçi buluyorum: “Feci şekilde mutsuz değilseniz, mutlusunuz demektir.”
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Şirketler çalışanını mutlu etmekten önce, onu mutsuz edecek şartları düzelttiklerinden emin olmalılar.
Bu şirkette tüm süreçler adil bir şekilde işliyor mu? Herkese eşit hak ve fırsatlar sunuluyor mu? Etik standartlar korunuyor mu? Çalışanlar için önemli bilgiler zamanında ve doğru bir şekilde paylaşılıyor mu? Verilen sözler tutuluyor mu?
Bu tarz durumlar dalga dalga bütün şirkete yayılarak iyileşmesi zor yaralar açabilir. Çünkü olumsuzluk mutluluktan çok daha bulaşıcıdır. Bu yüzden kurumlar öncelikle bu temel konularda bir standart yaratmak ve o standartları korumak için sistemler oluşturmalı, sonrasında pozitife götürecek ekstra adımlara bakmalıdır. Bu şekilde oluşturulacak güven ortamı diğer adımlar için çok sağlam bir zemin oluşturacaktır.
Sonrasında da kurumların büyük hayallerden ziyade iyilik / iyi hissetme / üretkenlik halini hedeflemeleri hem daha gerçekçi hem de sürdürülebilir bir mutluluğun temeli olacaktır.
Mutluluk Bir Durak Değil Bir Yolculuk
Kendinize duraklar belirleseniz bile mutluluk bir yolculuk, hem insanlar, hem de kurumlar için.
O gözünüzü diktiğiniz ödülü alsanız da, son ankette memnuniyet skorları müthiş çıksa da, başvuru sayıları almış başını gitmiş, istifalar sıfıra inmiş olsa da, Sanayi 4.0 gelse geçse, herkes adapte olsa da, gidecek yolumuz var.
Duraklama dönemleri olabilir, yokuşlar, engebeler, beklenmeyen hava muhalefetleri olabilir. CEO değişir, bütçe kısılır, kampüs taşınır, işten çıkarmalar olur, ortam bir anda bozulur. Bu konuda benim için başarının tanımı moral bozmadan, vazgeçmeden, mevcut şartlar içinde yapabildiğinin en iyisini yapmak ama en önemlisi de samimiyet ve güveni korumaktır.
Ne kadar yol geldiğimiz veya ne kadar daha gideceğimiz de önemli değil. Önemli olan o yolda yürümeye devam etmemiz.
Ve unutmayalım ki, uzağa gitmek istiyorsak birlikte gitmeliyiz.
Seda Hoşel Kiraz
* Bu makale Kurumsal Ruh Sağlığı dergisi, Ocak 2018 sayısında da yayınlanmıştır. [/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]